İslam ve Bilim konusunda günümüzde dâhi insanların inanç noktasındaki değerlendirme araçlarından birisi. Bu nedenle genelde İslam üzerine çalışanlar veya sokaktan geçen herhangi bir Müslüman dâhil bu inancın kusursuz bir şekilde bilimle örtüştüğünü düşünmektedir. Fakat bazı örnekleri inceleyerek bu durumun aslında öyle olmadığını görmek mümkündür. Mesela:
Spermin Testislerde Üretildiğinin Bilinmemesi
Tıp biliminde dişi üreme hücresi olan oocytenin (oosit) yumurtalıkta, erkek üreme hücresi olan spermin ise testiste üretildiği bilinmektedir.
Ancak Tarık suresinde şöyle yazar, Tarık/ 5-8: İnsan neyden yaratıldığına bir baksın. Bel kemiği ile kaburgalar arasından gelip atılan bir sudan yaratıldı. Şüphesiz (Allah), onu yeniden döndürmeye kudretlidir.
Bilime ters olan bu ayetin ikna edici bir izahı yoktur. Kimi İslamcılar, bel kemiği ile kaburgalar arasından çıkanın sperm değil, insan olduğunu iddia eder. Kimi İslamcılar, bu ayeti testislerin başlangıçta yukarıda olmasıyla izah etmeye çalışır. Kimileri ise sperm ve oocyte ile kemik iliği arasında bağlantı kurmaya çabalar. Ama hiçbiri ayetin bilime uygunluğunu ortaya koyamamıştır çünkü spermin gelişim süreci permatogenez testis içindeki seminifer tüplerde başlar. Önce spermatosit oluşur. Bunlar bölünerek spermatidlere dönüşür. Spermatitler olgunlaşarak spermi oluşturur.
(Oocyte: Büyüme evresini biten, fakat henüz döllenebilecek durumda olmayan dişi gamet.)
İsa Kitabı 1. Bölüm 8. Ayet: Erkek çocuk büyür ve ne zaman cinselliği uyanır, o zaman içinde oluşmaya başlar üremeyle ilgili sıvılar. Önceden yoktu bunlar. Dışarıdan da bir güç erkeğin içine koymaz tohumu. Tohum erkeğin bedeni tarafından üretilir ve maddeleşir. Yoktan var olmaz hiç bir zaman. Bir Şeyin oluşumu, bir maddenin, başka bir maddeye dönüşmesidir ancak. Bu yüzden de erkeğin bedeni başka maddeleri dönüştürerek yapar tohumu. Erkekteki tohum onun kendi bedeninin ve varoluşunun yapıtaşlarından oluşur ve aslında o yapıtaşlarıdır. Erkeğin varlığı ve ataları ve her Şeyi, o yapıtaşları içinde mevcuttur ve yoktur fazladan bir Şey. Nasıl ki, büyük bir ağacın tohumunun içinde kocaman bir ağaçtaki her Şey varsa, o erkekteki her Şey öz olarak kendi tohumunda da vardır.
Güneşin Kara Bir Balçığa Batması
Eski toplumlar dünyanın da güneş, ay ve yıldızlar gibi bir gök cismi olduğunu bilmezlerdi. Yere göre güneşin hareket ettiğini sanır, doğuda bir yerden doğup batıda bir yerde battığını düşünürlerdi. Bazı filozoflar, asıl dönenin güneş değil dünya olduğunu keşfetmiş olsalar da, insanların çoğu bu bilgiden habersizdi. Kur’anda aktarılan Zülkarneyn hikâyesinde de güneşin dünyada bir çamur gözesine battığı yazılır.
Kehf-86: Nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, güneşi, kara bir balçıkta batıyor buldu. (…)
Ayetten dünyayı göğün altında uçsuz bucaksız bir yer olarak gören, göz yanılmasından dolayı güneşin dünyanın batısında bir çamur gözesine battığını sandıkları görülmektedir. Bu ayet, İslamcılar tarafından güneşin sanki okyanusta batıyormuş gibi görünmesi olarak açıklanmaya çalışılır. Öyle olsa, ayette “sanki” sözcüğü olurdu ama yoktur ve bazı mealciler bu kelimeyi parantez içinde ayete ekler. Her yeni eklemede öyle olduğunu kabul etmeseler de Kur’an’ı güncele uydurmak adına değiştirirler. İslam ve Bilim başlığı o yüzden artık en çok merak edilenler arasındadır.
Satanizm’de Sorgulama ve Bilim
Sonuç olarak ise evrensel olduğu öne sürülen bir kitapta yer alan tek bir bilimsel hata dahi, o kitabın evrensel olamayacağının kanıtıdır. Kaldı ki Kur-an’da onlarca bilimdışı ayet mevcuttur. 1400 yıl öncesine ait yazılı bir kitapta , her çağda ve her yerde geçerli olduğuna inanmak doğru olmadığı kadar tehlikelidir de. Böyle bir inanç, o kitabın çağdışı hükümlerini egemen kılmak ister. Böyle bir inanç, bu kitabı tüm kitaplardan üstün görür ve bilimi, bilimsel teorileri geri plana atar. Çağdaş yönetimler, uygar yasalar yerine 14 yüzyıl öncesine ait ilkel kanunları uygulatmak ister.
Nitekim İslâm’ın ortaya çıktığı tarihten günümüze gelinceye kadar, hiçbir ülkede ve hiçbir dönemde demokratik doğrultuda bir gelişme görülmemiştir. Kur’an’a dayalı olarak ne laik ve demokratik bir sosyal düzen kurma, ne de toplumsal kalkınma mümkündür. Çünkü Kur’an, teokratik sistemler dışına çıkılmasına ve akılcılığa olanak tanımadığı gibi, ekonomik olarak da gelişmeye yönelik girişimlere fırsat vermez. Günümüz dünyasında İslam ülkelerinin durumu bunun kanıtıdır. Gelişmiş, kalkınmış ülkeler içinde tek bir İslam ülkesi yoktur. Üstelik tümü, demokratik yönetimlerden yoksundur. Hala kadına oy hakkı verilmeyen, kadının çalışmasına, araba kullanmasına izin verilmeyen ülkeler mevcuttur. Dünyada kölelik bile en son Suudi Arabistan’da kaldırılması da bir tesadüf değildir. Bu demek değildir ki Hristiyanlık farklı bir inançtır hayır elbette, aynı temelde aynı tanrının inancıdır fakat inancın kurallarının uygulanması ve devlet yönetimine etkisi gibi durumların ortadan kaldırılması batı ülkelerini bu konuda İslam’ın önüne geçirmiştir.
Ayetler Kitabı 4. Bölüm 25. Ayet: Benim dinim akılcılıktır. Sorgulamaktır benim dinim. Felsefedir ve matematiktir. Her uyum, her oran ve orantıdır. Aklın çalışmasıdır benim dinim ve başlıca emrim. Ben mezarların ve türbelerin ve evliyaların ve ölümden sonrasının olmayan cennetlerinin ve cehennemlerinin tanrısı değilim. Ki, olmayı da hiç bir zaman istemedim aslında. Ben aklın ve zevkin ve bilimin ve özgürlüğün ve isyanın tanrısıyım.
Ayetler Kitabı 4. Bölüm 27. Ayet: Sahte tanrının dinleri, Arabın arapça olan, Arap milliyetçisi olan ve herkesi Arab'a köle yapmak isteyen dini ve kilise ve Yahudinin, "Tek insan olan, Yahudi olandır" diyen dini, daima karşısında sert bir duvar olmadı mı her bilimsel gelişmenin? Çünkü bu dinlerin tanrısı korkar, insanların akılsal gelişmesinden ve aynı Şekildedir, onun din adamları. İstemez akılcılığı ve bilimi ve felsefeyi. Sadece iman ister, sorgulamadan. En ufak bir akla vurma olmadan kabul edilmesini ister kendisinin ve kutsal kitaplarının ve din adamlarının emirlerinin. Sadece iman ister kendisine karşı. Bilir ama çok iyi bilir, ancak bu Şekilde köle edebileceğini insanı.
Göklerin Direkler İle Tutulması
Örnekler arasında gördüğümüz belki de en komik iddia bu olabilir, çok bir değerlendirmeye gerek duyulmamakta bu yüzden.
Hac(22)/65: Görmüyor musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri sizin hizmetinize vermiştir. İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin diye göğü O tutuyor. Şüphesiz ki Allah insanlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.
Lokman(31)/10: Allah gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı.
Rad(13)/2: Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu altına alandır. Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir.
Bilimsel olarak gökler (uzay) Dünya üzerine düşemez. Düşebilecek bir durum da yok; çünkü göklerin (tüm uzayın) yere düşebilmesi için yerin tabanda olması gereklidir. Kuran genelinde de gök görünmez direklerle havada tutulan süslenmiş tavan, yeryüzü de taban olarak kabul edilmiş. Hâlbuki Dünya, zaten gökler (uzay) içinde olan bir gezegendir. Yani göklerin düşebileceği tabanda bir yer, olmayla hiçbir alakası yoktur. Bu noktada İslam savunucusu kişiler direkleri betimleme adına kullanmış diyebilir. Bu yorumlamaktan öteye geçmez çünkü başka ayetlerde benzer örnekler görüyorsunuz.
Gerçekler Kitabı 1. Bölüm:
6. Ayet: Bir dişi gibiydi Kaya ve Anne gibiydi. Ateş, onun doğurduğu çocuğu oldu. Dışarı fışkıran ateş birleşti ve çiftleşti tekrar anasıyla. Her birleşmesi ile onların yeniden çatlayıp ufalandı kaya ve gaz püskürdü, ateşle kayanın birleşmesinden olan patlamalar. Kayanın dönüşmesiydi bu, gaza ve havaya.
7. Ayet: Ve sizin düşüncenize göre bunlar kaya ve ateşken, aslında ruhu vardı tanrıların her birinin içinde bilinçsizce. Püsküren gaz kapladı ateşi ve kayayı. İlk şimşekler oluştu çok yüzyıllar sonra. Sonra asit yağdı gazdan, kayaya. Doldurdu asit ateŞin oyduğu çukurları ve çevreledi ateşin kabarttığı dağları.
8. Ayet: Şimşekler hiç kesilmedi bin yıl boyunca. Asit birleştikçe ateşle ve kayayla patladı ve genleşti yeniden dönüştü gaza. Bu böyle sanki sonsuzmuş gibi sürdü. Ama süzüldü asit her dönüşünde gaza ve değişti bulutlar zamanla. En sonunda Su geldi dünyaya. Bitti bulutların yakıcılığı ve su yağmuru yerini aldı asidin. Gaz'dan ki, o öldürücüydü en başta, hava oluştu zamanla.
Sözde Suların Birleşmemesi
Rahman, 19: (Suları acı ve tatlı olan) iki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar.
Rahman, 20: (Fakat) aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.
Aynı cins iki sıvı(Türdeş) fizik yasaları gereğince birbirlerine karışmak zorundadır. İster tuzlu, ister tuzsuz olsun karışmak zorundadır. (bkz. karışımlar ve karışımın öz kütlesi) Bu konuyu ilkokulda fen bilgisi derslerinde bile verilmektedir, ama sanırım mucize perestler bu konuda ya sahtekârlık yapıyor ya da bu konu hakkında bilgileri yok. Büyük ihtimalle fen bilgisi ve fizik konularında kötüler.
Deniz sularının birbirlerine karışmadığını yüzey gerilimi denilen kanunla alakalı olduğunu da iddia ediyorlar. Evet, fizikte yüzey gerilimi denilen bir kanun vardır, ama bahsettikleri konuyla alakası yoktur. Sıvıların arasındaki perde falanda değildir. Yüzey gerilimi, fizikokimyada bir sıvının yüzey katmanının esnek bir tabakaya benzer özellikler göstermesinden kaynaklanan etkiye verilen addır. Bu etki böceklerin su üzerinde yürümesine olanak verir.
Furkan, 53: O, birinin suyu lezzetli ve tatlı, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da görünmez bir perde ve karışmalarını önleyici bir engel koyandır.
İkinci bir yanlış ise Kur’an’ın ilgili ayetinin kullandığı suları tatlı ve acı olan iki deniz tabiri. Genel olarak herkes tarafından bilinen bir olgudur aslında, ama Allah bilmiyor olabilir. İslam ve Bilim konusunda bilgisizlik biraz yaygın bir durum. Denizin suları tatlı olmaz, tuzludur. Hatta deniz sularından içme suyu elde etmek çok masraflıdır. Denizin tuz oranı değişiklik gösteren bir şey olsa da tuzlu olmamaları gibi bir durum söz konusu değildir. Allah Nasıl Bir Tanrıdır? Yazısını da inceleyerek bu ayetlerin sahibi olan tanrıyı daha yakından tanıyabilirsiniz. Işıkla Kalın.